18 Eylül 2012…. Saatler öğlen biri çeyrek geçe internete bir haber düştü. Bu haber ne yazık ki son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz ancak sanılanın aksine ‘alışamadığımız’, ‘kanıksayamadığımız’ bir durumun yinelendiği bilgisini veriyordu. Bingöl- Muş Karayolu üzerinde 11 Evler mevki yakınından askeri bir konvoy geçerken bir saldırı gerçekleşmişti. Teröristler konvoyda bulunan ve askerleri taşıdığı belirtilen sivil bir otobüse ilk önce roketatarla, ardından uzun namlulu silahlarla saldırmışlardı. 2012 yılının Eylül ayının 3. Salı’sında bu kez Bingöl’den ölüm haberleri almaya başladık. Bu kez 9 Mehmetçik daha şehit düştü.
O Salı günü, benzeri haberler aldığımız günlerdeki gibi buruk, mutsuz, öfkeli, sinirli bir gün geçirdim. Çalıştığım ofiste oturmuş, çocukluk yıllarımda TRT Ana Haber bültenlerinde şehit haberleri verilen günlerden bu yana, hiç bir şeyin değişmediğini düşünüyordum. İktidarlar değişmişti, sermaye ‘laf’ta el değiştirmişti ancak ölümler bitmek bilmiyordu. Canlar yanmaya devam ediyordu.
Geçtiğimiz aylarda Erdek’ten İstanbul’a gelirken uğradığımız belde otobüs garajlarından birinde, gündüz vakti asker uğurlayan küçük bir gruba rast gelmiştim. Sarı saçlı bir çocuk annesi, babası, dedesi, akrabaları ve yakın arkadaşlarınca yolcu ediliyordu; davul, zurnalı, sazlı sözlü bir uğurlama. Şanlı bir tören üç, beş kişilik. Ofis çıkışında ozcadısı’nın tweetini okuduğumda yolda yürüyordum. ‘Kazakları, pantolonları ile mi öldü çocuklar?’ gibi bir soru sormuştu. Olduğum yerde donakaldım ve üst üste gelen haberlerin hepsinin acısını tek solukta hıçkırıklarıma kattım. Çaresizliğim gözümden yaş oldu aktı. Harbe gitmemiş olan sarı, siyah, kahverengi, kızıl saçlı çocuklar ölüp duruyordu. Küçücük kızların hayatı kapkara boyanıyor, kimse ceza bile almıyordu. Umutsuzluk çöreklendi yüreğimin orta yerine.
Akşama Kuruçeşme Arena’daki Ajda Pekkan konserine 3 tane biletim var; ben, annem ve arkadaşım Tuba için. Gün boyu BKM’ye ‘Konser ertelenecek mi?’ diye sormuş, olumlu, olumsuz yanıt alamamışım. Zaten aslında 4 Eylül’de olan konser, o sırada ölen çocuklara saygı nedeniyle ertelenmiş. Eve doğru yürürken yol boyunca ne yapacağıma karar veremedim. Ancak 19,20,21 yaşında çocukları düşündüğümde ne yapacağıma karar verebildim.
Onların yaşayacak başka günü kalmamıştı. Görecekleri, deneyimleyecekleri, bilecekleri, dinleyecekleri her ne varsa şimdiye kadar olup, bitmişti. Artık, başkaları için günleri yoktu ne yazık ki. Oysa ben yaşıyordum ve hala elimden nüfus cüzdanımı almamışlardı. İçimden yaşam enerjimi çekip çıkaramamışlardı. Sokakta yürürken hiç beklemediğim bir anda ölebileceğim bir dünyada yaşıyordum. Benimle aynı kaderi paylaşan milyarlar, her nedense buna karar veren yüzler ya da binleri durdurmayı başaramıyorduk.
Şartlar böyleyken ve gündelik hayat parantez içine alındığında benim algıladığım ve yaşadığım hayat, sadece benim deneyimlerimle sınırlıyken ‘yaşama’ya karar verdim. Büzüşen dudaklarımı ve çatık kaşlarımı evde bırakarak sokağa çıktım. Kadıköy Beşiktaş İskelesi’nin önünde annem ve Tuba ile buluşarak, Kuruçeşme Arena’ya giden tekneye bindik. Tuba’yı görünce aklıma geldi; ortak bir arkadaşımıza daha evvelsi gün deri kanseri teşhisi konmuştu. ‘O nasıl?’ diye sordum. ‘Konsere gideceğimizi duyunca kıskandı’ dedi. Kanser gibi bir illete rağmen yaşama sevincini koruyabiliyorsa insan, her şeyden önce öleceğini bile bile yaşayabilen tek varlıksa insan, ben de pekala Ajda Pekkan’ın Kuruçeşme Arena konserinin hakkını verebilirdim.
Konser alanına vardığımızda ‘malum’ Ajda Pekkan hayranları olan binlerce süslü, püslü, havalı kadın tarafından karşılandık. Sanat hayatına sinemayla başlayan Süperstar, zannediyorum ki 1964’te müzik kariyerine başladığı günden, bugüne kadar izleyicileri için aynı zamanda bir stil ikonu, bir yol gösterici, çığır açıcı da olmuştur. En azından ben 1992 çıkışlı albümü ‘Hoş Gör Sen’in kapağını eline alıp, kuaförlere ‘Saçımı böyle kes şekerim’ diyerek koşan kadınları gözlerimle görmüştüm. Tek kanallı dönemde televizyonda gördüğümüz en modern kadının da şüphesiz kendisi olduğunu söyleyebilirim. Hal böyle olunca havalı kadınların Ana Kraliçeleri’ni onurlandırmaya gelmiş olmaları hiç de şaşırtıcı değildi.
Nitekim konserin ana sponsorluğu da Ajda Pekkan’ın bana sorarsanız geç kalınmış projesi, yepyeni markası ‘Ajdamoda’ tarafından üstlenilmişti. Bu yaz Kuruçeşme Arena’da verilen konserlerin aynı zamanda markanın büyük lansman toplantıları olduğunu da söyleyebiliriz. Konser boyunca arkadaki ekranda yer alan yer yer 3 boyutlu olan şovun hazırlıkları Los Angeles ve İstanbul’da yapılmış.
Ajda Pekkan konserini, arkasında uçup kaçan dansçılarının şovuyla ‘Yeniden Başlasın’ı söyleyerek açtı. Arkasından da ‘Ağlar mı, güler mi?’, ‘Yakar Geçerim’, ‘Vitrin’ ve ‘Flu Gibi’ şarkılarını seslendirdi. Bütün bu şarkılara da az önce sözünü etmiş olduğum 3 boyutlu şov eşlik etti.
Konserin en şanssızı zannediyorum ki, Ajda Pekkan gibi bir kadının yanında üzerine siyah bir mayo giyerek sahneye çıkmasıyla özgüven şovu yapan Ömür Gedik’ti. Zira az önce saldırıya uğramış gibi duran sarı peruğu ve geçtiğimiz yazın en popüler şarkılarından, söz ve bestesi Tarkan’a ait olan ‘Yakar Geçerim’in sözlerini bir türlü ezberleyememiş haliyle, manasızca ağzını kocaman kocaman açıp kapayarak, nazikçe ifade edecek olursam ‘kendini rezil etti’. Hele bir de Ajda Pekkan’dan söz konusu performansın daha önce televizyonda gerçekleştirilmiş olduğunu öğrendiğimde, provalı Ömür Hanım’ı iyice kınadım. Diyeceksiniz ki onca kalabalığın önünde sahneye çıkmak her yiğidin harcı değil. Ben de o zaman derim ki ‘Davul bile dengi, dengine. Ne işin var orada senin Emine?’.
4 Eylül’de ertelenen konser için seyircisinden özür dileyen diva, kendisi de bir asker kızı olarak terörü lanetledi. ‘Bu acılar bitsin diye sahnedeyim. Çünkü bizleri korkutmamaları, korkutamamaları gerekiyor, buna inanıyorum. Onun için teşekkür ediyorum geldiğiniz için. Bana verdiğiniz güç için, bize verdiğiniz güç için, sanata verdiğiniz güç için herşeyden önce’ dedi. Sözlerini sona erdirdikten sonra da benim şahsen en sevdiğim Ajda Pekkan şarkılarından biri olan ‘Ağlama Anne’yi tüm anneler için seslendirdi. O sırada annemle duygusal anlar yaşayamadık çünkü kendisi gözleri görmediği halde bir gözlük edinmediğinden bizim yanımızdan ayrılarak sahneye daha yakın bir yerlere doğru ilerlemişti.
Üst üste kaç şarkı söyledi, inanın saymadım, bilmiyorum. Şarkıları not da düşmedim bu sefer. Ancak her şarkıya eşlik ettiğimi, dans ettiğimi ve hep beraber çok güzel anları paylaştığımızı söyleyebilirim. Konserde Ajda Pekkan’a daha önce de belirttiğim gibi kalabalık bir dansçı grubu eşlik etti. Her halinden üzerinde düşünülmüş, özenilmiş bir şov hazırlandığını söyleyebilirirm. Belli ki yine her şeyi düşünmek Ajda’nın kendisine kalmıştı. Ancak dansçıların kostümleriyle ilgili bir eleştirim olacak. Kostümler yer yer ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ filmindeki uzaylıları hatırlatıyordu. Dans şovları ise başarılı olmasıyla birlikte, yer yer Ajda Pekkan konserinden çok ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’ programına uygun formattaydı. Anlayacağınız konserin müzik yönetmeni Taşkın Sabah’ın başarısı, sanat yönetiminde ne yazık ki yoktu. Sahnedeki Süperstar’a çok daha güzel akışı olan bir şov yaraşır. Birbirini takip eden, bir anlam ya da ahenk içeren bir şov. Eğer kendisine bu konuda yardımcı olabilen kimse yoksa, buradan ilanımdır ben gönüllüyüm yaratıcı yönetmenliğini yapmaya. Ne stilistim, ne kareograf ancak bu konuda iddialı olduğumu söyleyebilirim!
‘Yaz Yaz Yaz’, ‘Uykusuz Her Gece’ ve ‘ O Benim Dünyam’ı Ajda Pekkan’dan aynalarla kaplanmış platform ile üzerimize yükseldiği sırada dinledik. Oldukça hoş bir deneyim olduğunu ve bu durumdan en çok arka sıradaki seyircilerin yararlandığını söyleyebilirim. Ajda’ya bir diğer vinçle yukarı kaldırılarak, seyircilerin üzerinde uçma deneyimi yaşatılan DJ Burak Yeter de eşlik ediyordu.
Konserin ikinci yarısında sahnede ilk önce bir direk dansıçısı (pole dancer) şov yaptı. Ardından Ajda Pekkan bu sefer sahneye turuncu dantelden streç tulumuyla çıktı. Bislerle beraber 3 kez ‘Yakar Geçerim’i dinlediğimiz konserde, ‘Oyalama Beni’, ‘ Ah Ne Varsa Bende Var’, ‘Trilaylayli’, ‘Resim’, ‘Arada Sırada’, ‘Boş Sokak’ da kendisinin seslendirdiğini hatırladığım diğer şarkıları. Beni en çok şaşırtan an ise Ajda’nın ‘Nossa Nossa’yı seslendirdiği an oldu. O an, 7’den 70’e herkesin dikkatini çekebilmenin, sevgisini kazanabilmenin nasıl mümkün olduğunu bir kez daha anladım. Mana veremediğim performans sırasında aklıma, bizim apartmanın önünde oyun oynayan henüz ilkokula yeni başlamış kız çocukları geldi. Biri diğerine doğru eğilip ‘Ben sözlerini biliyorum, söyleyeyim mi?’ dediğinde 6 yaşında çocuğun ağzından çıkmasını beklemediğim bu sözleri duymuştum. Ajda da bizden ne kadar genç ve önyargısız olduğunu da böylece ispat etmiş oluyor.
Ne yazık ki ismini bilmediğim bir vokalisti ile albümünde yer verdiği, beyefendiye ait şarkısını birlikte seslendirdiler sahnede. Derken ikinci yarı da sona erdi. Alkışların ardından bis için sahneye çıkan Ajda, üst üste şarkılar seslendirdi. ‘Başka bir emriniz?’ diye söyleyeceği şarkıları seyircisinin istekleri arasından seçti. Derken her güzel şeyin bittiği gibi, konser de sona erdi. Ajda sahneye ışıklar arasından çıktığı dev kapıdan, bu kez geri gelmemek üzere içeri girdi.
No Comments